Son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir kavram var; konfor alanı. Kendimize ait, pek de fazla insanla paylaşmadığımız, çoğu zaman kendi sessizliğimizde kaldığımız yer anlamında kullanılıyor. Bu alanı daha da genişleterek, sosyal ortamlarda, iş hayatında, hatta cinsel yaşamımızda bile kendi sınırlarımızı çizmek için de kullanıyoruz. İlginçtir ki bu alanın sınırlarını çizerken gösterdiğimiz ustalığı, korkusuzca bir özgürlük için kullansak belki de bu alana ihtiyacımız kalmayacak. Bu ustalığın içinde sevdiklerimizi kıracak kadar, öfke, yalan ve anlaşılmazlık var.
Şimdi diyeceksiniz ki; ‘’Hepimiz pek çok şey yaşadık, çoğu zaman da üzüldük. Biz de deli değiliz kendimize bir alan belirleyip, içinde yaşayalım.’’
Haklısınız. Ama ben burada sizi başka bir şeyin farkındalığına davet etmek istiyorum. Bizim kendimize kötü şeyler yaşadığımız için oluşturduğumuz konfor alanı, bizi koruyamaz. Esas görmemiz gereken, hangi davranışımızın bu olaya yol açtığını bulmak. Bunu bulmak için o davranışımızın hangi duygunun, o duygunun hangi düşüncenin, o düşüncenin hangi inancımızın sonucu olduğunu bulabilmek. Bu inancı bulup içinde ki saçma sapan korkumuzu sevgiyle yer değiştirmezsek, hayatımızdaki bu durmadan süren benzer olaylar silsilesi değişmeyecek. Hatta bu olaylar, biz bunu bulalım diye genişlettiğimiz konfor alanını içine sızmaya devam edecek.
Buraya kadar okuduklarınız konfor alanının sadece bir boyutu. Diğer boyutu ise biz bu alanda kalalım diye yaşamımızdaki her insana verdiğimiz görevler. Onlar da bu alanı korumak için bizim onları manipüle ettiğimizi bir gün fark edince, ortalık iyice karışıyor. Ortalık karışmasa da biz yaptığımız manipülasyonla yarattığımız sahte bir sevgiyi, sırf konfor alanımızda saklanacağız diye yaşamayı seçiyoruz.
Aslında gerçekten kimseyi sevemiyoruz. Yan yana yürüyemiyoruz. Duygularımızı karşımızdakine öğretemiyor, onunkileri de öğrenmeyi seçmiyoruz.
Ben demiyorum ki yarın bütün alanlarımızı yok edelim. Her gün fark ettiğimiz şeylerin birazından vazgeçelim, diyorum.
Aşkla Kalın