Bu yazı arkeofili.com sitesinden alınmıştır.

Ürdün, Amman’ın 185 km güneybatısında bulunan Petra, kırmızı çöl kayalıklarına oyulmuş bir antik kent. Şatafatlı antik mimarisi ve doğal güzelliği ile dünyanın her yerinden insan için çekici bir ziyaret noktası. “Indiana Jones: Son Macera” filminin bir kısmının Petra’da çekilmesi burayı çok daha popüler bir nokta haline getirdi.

MS 106 yılında Roma tarafından istila edilmeden önce Petra, bölgede karavan ticareti yapan ve Aramice konuşan Nebatilerin baş kentiydi. Tarihte Nebatiler adına, ilk defa MÖ 312 yılında Büyük İskender’in varislerinden Antigonus’un yaptığı aşağılamaya karşı çıkmalarının kayıtlarında rastlanıyor. Bu erken dönemlerde Petra büyük bir olasılıkla çadırlar ve basit yapılardan oluşan bir yer, Nebatiler de göçebeydi. Bölgede karavan ticaretinin gelişmesiyle bu durum değişecek ve Petra artık Arabistan, Mezopotamya, Mısır ve Doğu Akdeniz bölgelerinde ticaretin merkezi haline gelecekti. Şehir 2.000 yıl önce altın dönemini yaşarken tahmin edilen popülasyonu 20.000 kişiydi.

Roma istilasından sonra karavan ticareti tükenmiş duruma geldi. Orta Çağlarda şehirde yerleşim olmasına rağmen, bölgede sonrasında gerçekleşen birçok depremle birlikte şehir en nihayetinde terk edildi. 1812 yılında Johann Ludwig Burckhardt tarafından yeniden keşfedilmesiyle birlikte başlayan popülerliği bugün dünyada turistlerin en yoğun ilgisine sahip yerlerden biri haline gelmesi ile sonuçlandı. Indiana Jones filminde belirtildiğinin aksine Petra, Kutsal Kase’nin bulunduğu yer değil.

Evler ve su

Petra’da bulunan bir bölge olan ez-Zanturda yapılan konutlaşma analizleri, şehirleşmenin insanların evlerini 2.100 yıl öncesinde kayalarda oymaya başlamasıyla ortaya çıktığını simgeliyor.

Bu süreçte insanlar çadırlarını terk edip kalıcı kaya meskenlerine yerleşmeye başladılar, hatta bazı durumlarda evlerini sarp kayalıklara oydular. Zamanla, elit kesim için yapılan barınaklar, desteksiz ayakta kalabiliyor, sütun ve birden fazla oda barındırıyordu. Bugün sütunlu cadde olarak bilinen Petra’nın ana caddesi, bazen su akan bir dere yatağı olan Musa Vadisi’nin güneyinde kalıyor. Petra’nın kayalıklarıyla birleşen, vadinin güney ve kuzeyi boyunca inşa edilen duvarlar şehrin istilaya uğramasını zorlaştırıyordu.

Kanallar, borular ve sarnıçlardan oluşan gelişmiş bir tesisat sistemi de şehirdeki insanların suya kolayca erişmesi için yapılmıştı. Arkeologlar bu sistemin kanıtlarını Petra’nın ana caddesinin yanında bulunan bir bölgede yürütülen jeofizik çalışmaları sırasında keşfettiler. Fakat bütün bu gelişmiş sistemler bugün şehrin mezar ve tapınaklarının tasarımına olan ilgiden dolayı göz ardı ediliyor.

Hazine

Petra’daki mezarların birçoğu şehrin kenarında, ana caddenin çok ötesinde bulunuyor. Bazıları birden çok gömüt içeren, özenilmemiş kayadan odalar iken, diğer kısmı çok gösterişli. Petra’nın en bilinen mezarı Arapçada “Hazine” anlamına gelen “Khazneh”. Bu ismin verilmesinin nedeni yerlilerin zamanında mezarda saklı bir hazine olduğuna inanmaları. Bugün, arkeologlar mezarın iki katlı ve yüksek olduğunu biliyor ve onu iyi bir zanaatkarın elinden çıkmış sayıyor. Mezarın ön yüzü 25 metre genişliğinde ve 39 metre yüksekliğinde.

Genel olarak Yunan havası taşıyan mezarın sütunları Korint stilinde ve girişinde Yunan ve Romalı mitolojisinde yer edinen ikiz kardeşler Castor ve Pollux kabartmaları bulunuyor. Yukarıda ortada ise, kumaşlara sarılı, muhtemelen Mısır tanrıçası İsis olan bir kadın tasvir edilmiş. Ayrıca yine tepede balta taşıyan altı adet Amazon tasviri bulunuyor, Amazonlar tarihöncesi zamanda saygıdeğer atfedilen efsanevi savaşçı kadınlar olarak biliniyor. Bunların yanı sıra grifonler, kartallar ve “victoriler” olarak bilinen iki kanatlı yaratıklar ile birlikte üzüm ve nar gibi bitkiler de tasvire dahil. Aynı zamanda kraliyet sembolü olarak bilinen rozetler de içeren mezar tasviri, mezarın bir krala ait olduğu ihtimalini güçlendiriyor.

Mezarın içi dışına göre daha basit. Üç odaya açılan bir giriş holü içeren mezarın odalarından ortada bulunan en büyüğü 12,5 metreye 36 metre genişliğinde ve 10 metre yüksekliğinde. Bulunan üç niş zamanında orada üç adet lahit bulunduğunu gösteriyor. Herhangi bir yazıt bulunmamasından ötürü mezarın kime ait olduğu veya ne zaman yapıldığına dair bir bilgi ne yazık ki yok. “Yeniden Keşfedilen Petra” (Thames & Hudson, 2003) kitabının yazarı araştırmacı Andrew Stewart’a göre adaylardan bir tanesi MS 15 yılında ölen ve iki karısı olan Kral Aretas IV.

Antik Tapınaklar

Petra’nın yerlileri zengin bir ruhsal hayata sahipti. Ana caddenin kenarında yer alan üç tapınağın yaklaşık 2.000 yıl önceye denk gelen şehrin refah seviyesinin en yüksek olduğu döneme ait olduğu düşünülüyor. Bu tapınaklardan bir tanesi Qasr al-Bint (Arapça isminin kısa bir versiyonu, “Firavunun Kızının Kalesi” olarak tercüme edilebilir) olarak biliniyor. Duvarları günümüzde bile 23 metreye ulaşıyor. Tapınakta bir düzlüğe ulaşmadan önce 19 merdiven çıkılıyor, daha sonrasında ise tapınağın giriş holüne varabilmek adına dört sütün geçerek sekiz adım atılıyor. Ana hole geçmeden önce bulunan giriş holü neredeyse her bir kenarı 28 metre genişliğinde. Platform içeren bir oda olan kutsal kısım en sonda. Tapınaktaki bir kabartma yapının Tanrı Dushara’ya ithaf edilmiş olabileceğini düşündürüyor.

Arkeologların “Müthiş Tapınak” olarak adlandırdığı başka bir yapı günümüz orkestra salonu tasarımında bir tiyatro içeriyor. 33 metrelik çapa sahip dış katmanda bulunan oturakları ile birlikte tiyatro 600 kişiyi alabilecek kapasitede olan bu tiyatronun dini törenler için kullanıldığı düşünülüyor. Tapınağın dekorasyonları arasında kireçtaşına oyulmuş fil başları dikkat çekiyor. Bir tepede bulunan üçüncü tapınak mihrabında bulunan kanatlı kedigil tasvirlerinden ötürü Kanatlı Aslanlar Tapınağı olarak adlandırılmış. Sütunlardan oluşan bir giriş yolu ve tapınma bölgesi içermekte.

Tapınağın kendisi diğerlerine oranlar daha küçük; 25 metreye 18 metre genişliğinde. Fakat “Yeniden Keşfedilmiş Petra” kitabında araştırmacı Philip Hammond şöyle belirtiyor, “Tapınak personeline kalacak yer sağlayan, törenlerinin başlamasını bekleyen hacılar, metal ve yağ fabrikaları, servis tesisleri ve hatta ziyarete gelen turistler için dini hediyelik eşya üretimi yapan bir atölye gibi birçok yan binaya sahip!”

Yazar: Zeynep Oğuzhan - Arkeofili.com


Bu Yazıyı Paylaşın

Atakan Kayman

27/03/2024
1920'lerde doğan Afro-Amerikan kökenli bir müzik türü olan Jazz, sadece melodiden ve ritimden ...
10/08/2023
Lüksün ve zarafetin önde gelen temsilcilerinden biri olan Loro Piana, Bodrum'da tanıttığı ...
07/08/2023
Barbie filmleri, çocukluğumuzdan beri bizi büyüleyen, eğlenceli ve renkli karakterlerle dolu animasyonlardır. ...

Tüm Yazılar Bitti :(